13 Mayıs 2014 Salı

Çocukluğunu Özleyen Kavuk

Bir gün hava çok sıcakmış. Hoca boncuk boncuk terliyormuş.
Derken sokakta oynayan çocukları görmüş. Biraz serinlemek ve
çocukları seyretmek için bir ağacın altına oturmuş. Cebinden mendilini
çıkararak terini silmiş. Kahkahalar atarak oynayan çocukları izlemeye
dalmış...

Hoca, çocukları izlerken mahallenin en yaramaz çocuğu Ali, ağacın
arkasından gizlice yaklaşmış ve Hoca’nın başındaki kavuğu kapmış.
Hoca ne olduğunu anlayamadan Ali, kavuğu arkadaşlarına götürmüş.
Çocuklar kavuğu birbirlerine atarak oynamaya başlamışlar. Hoca,
kavuğunu geri almak için onlara doğru koşmuş. Çocuklar Hoca’nın
geldiğini görünce dört bir yana dağılmışlar. Hoca, kavuğu
elinde tutan çocuğa yaklaşınca, çocuk kavuğu diğer
arkadaşına atıyormuş. Kavuk böylece sürekli el
değiştiriyormuş.

Hoca’nın oradan oraya koşturduğunu gören mahalleli, Hoca’ya
yardım etmek istemiş ama hiçbiri çocukları yakalayamamış. Bu kovalamaca
uzun süre devam etmiş. Hoca, nefes nefese kalmış, dizlerinin
üstüne çökmüş. Bir süre dinlendikten sonra kavuksuz olarak eve
dönmüş. Hanımı onu böyle görünce çok şaşırmış:
-Bey, sen kavuğunu hiç başından çıkarmazdın. Hayrola, bir şey
mi oldu? Kavuğun nerede, diye sormuş.
Nasrettin Hoca gülümseyerek hanımına cevap vermiş:
-Sorma hanım, benim kavuk çocukluğunu özlemiş, şimdi komşu
çocukları ile sokakta oyun oynuyor.

Ya Tutarsa?

Nasrettin Hoca güzel bir yaz sabahı evinden çıkıp tarlasına
gitmiş. Öğlene kadar çalışmış. Hava çok güzelmiş. Tarladaki işleri
bitince gölün kıyısını gezerek evine gitmeye karar vermiş. Çimenler
yemyeşil, göl masmaviymiş. Kuşlar ‘cik cik’ diye ötüyormuş. Hoca,
gölün kıyısına oturmuş. Karnının açlığını fark etmiş.Yanında hanımının
tarlada yemesi için hazırladığı yemekler varmış. Torbasından yemeğini
çıkarmış. Yemeğinin yanında bir çömlek yoğurt varmış. Hoca bir
güzel karnını doyurmuş. Sonra çömlekteki yoğurdu kaşık kaşık göle
dökmeye başlamış.
 Yoldan geçen bir adam Hoca’yı görmüş:
 -Hayrola Hocam, yoğurdu göle niye döküyorsun, diye sormuş.
Hoca adama gülümsemiş:
-Gölü mayalıyorum, görmüyor musun?
Adam alaylı alaylı gülmüş.
 -İlahi Hocam, göl hiç maya tutar mı?
Nasrettin Hoca, öyle deme komşum, demiş ve eklemiş:
 -Ya tutarsa!

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Tartı

Hoca, aldığı iki kilo eti eve göndermiş. Eti götüren çocuğa:
 -Aman oğlum, unutma! Hanıma söyle, bu etle yemek yapsın,
demiş.
Hoca’nın hanımı eti almış. Güzel bir yemek yapmış. Öğle saatinde
komşular gelmişler. Hoca’nın hanımı, nezaket olsun diye komşuları
yemeğe davet etmiş. Komşular oturmuşlar, yemeği bir güzel yemişler.
Hoca, akşam eve gelmiş. Sofraya oturmuş. Bakmış sofrada yalnız
bulgur pilavı var. Öfkelenip karısına bağırmış:
 -Hanım, hani bizim et yemeği nerede?
 Karısı:
 -Hiç sorma bey. Senin gönderdiğin eti kedi yedi, demiş.
 Hoca sofradan fırlamış. Eline bir sopa almış ve kediyi aramaya
başlamış. Kediyi bulmuş. Bulmuş ama pek şaşırmış. Çünkü bildiği sıska,
zayıf kedi karşısında duruyormuş.
 -Eti bu mu yedi, diye karısına sormuş.
 Karısı:
 -Evet, bu utanmaz yedi, diye karşılık vermiş.
 Hoca, inanmayan gözlerle karısına bakmış. Sonra mutfağa koşmuş.
Teraziyi almış, bir kefesine kediyi, bir kefesine de ağırlıkları koymuş.
Kedi tastamam iki kilo gelmiş. Bunun üzerine Hoca, karısına sormuş:
 -Hanım hanım! Bizim kedi iki kilo geldi. Bizim et de iki kiloydu.
Öyleyse bu tarttığım kediyse et nerede? Yok, bu tarttığım et ise, kedi
nerede?

Peşin Para

Nasrettin Hoca bir komşusundan ödünç para almıştı. Borcunu
vaktinde ödeyemedi. Alacaklı, bir gün kapısını vurdu:
 -Kusura bakma Hoca Efendi, alacağımı istemeye geldim.
 Nasrettin Hoca’nın o anda kesesinde bir akçesi bile yoktu.
 Komşusuna:
 -Bak, şu bahçenin kenarındaki çalıları görüyor musun?
Buradan geçen koyunların yünleri bu çalılara takılacak. Bu yünleri
toplayacağım. Eğritip iplik yaptıracağım. İpliği
satıp sana borcumu ödeyeceğim, dedi.
Nasrettin Hoca’nın yine şakalaştığını sanan komşusu gülmeye
başladı:
 -İlahi Nasrettin Hoca!
 Nasrettin Hoca alacaklının güldüğünü görünce demiş ki:
 -Peşin parayı görünce nasıl da gülersin değil mi?

Ne Çektiğimi Görün

Nasrettin Hoca’nın huysuz bir eşeği vardı. Eşeğin huysuzluğundan
bıkan Hoca, onu satmaya karar verdi. Eşeği zar zor pazara götürdü.
Satması için onu hayvan cambazına teslim etti. Ama eşek, alıcıları
yanına hiç yaklaştırmadı. Kimini ısırdı, kimini çifteledi; alıcıların hepsini
kaçırttı. Hayvan cambazı çaresiz kaldı. Eşeği satamayacağını anladı.
Eşeği götürüp Hoca’ya teslim etti.

Hoca’ya:
 -Senin eşek çok huysuz Hocam, bu eşeği
kimse satın almaz, dedi. Hoca çaresiz eşeği aldı.
 Hoca:
 -Aslında ben onu satmak için getirmemiştim.
Herkesin bu eşekten neler çektiğimi görmesini
istemiştim, dedi.

Mektup

Nasrettin Hoca bir gün çalışmak için tarlasına gidiyormuş. Bu
sırada birinin kendisine seslendiğini duymuş. Durup arkasına bakmış. Bir
adam cebinden bir mektup çıkararak Nasrettin Hoca’ya göstermiş:
 -Hocam, ben aylardır başka ülkede yaşayan bir yakınımdan
mektup bekliyordum. Gözlerim yollardaydı. Bugün beklediğim mektup
geldi.
 -İyi ya, gözün aydın, demiş Nasrettin Hoca.
 -Ama benim okuma yazmam yok, demiş adam. Mektubu
okuyamadım.
 Nasrettin Hoca:
 -Komşularından hiç okuma yazma bilen yok mu, onlara okutsaydın,
diye sormuş.
 Adam üzgün bir sesle cevap vermiş:
 -Olmaz olur mu Hocam, elbette okuma yazma bilen komşum
var. Ama bu mektubu okuyamıyor.
 Nasrettin Hoca, Allah Allah diyerek başını kaşımış.
 Adam anlatmaya devam etmiş:
-Üç gündür çalmadığım kapı kalmadı, 
en sonunda “Okusa okusa bu mektubu 
Nasrettin Hoca okur.” dediler. Ben 
de seni aramaya başladım. Önce 
evine gittim. Hanımın tarlada 
olduğunu söyledi. Tarlaya 
gidiyordum ki seni gördüm.

Nasrettin Hoca, insanlara yardım etmeyi severmiş. Adamın 
uzattığı mektubu almış. Fakat eline alır almaz bu mektubun yabancı bir 
dille yazıldığını görmüş. İnsanların mektubu bu yüzden okuyamadıklarını 
anlamış. Ne yazık ki kendisi de bu dili bilmiyormuş. Adama bunu 
nasıl söyleyeceğini düşünmeye başlamış. Adam Nasrettin Hoca’nın 
bu sıkıntısından habersiz:
 -Hocam sen bilgilisin, kültürlüsün. Bunca yolu senin için geldim. 
Haydi oku şu mektubu da beni sevindir, demiş. 
 Nasrettin Hoca bir süre mektuba baktıktan sonra üzgün bir 
sesle:
 -Ben bu mektubu okuyamam, demiş. Çünkü bu mektup yabancı 
bir dille yazılmış. Sen bu dili bilen birini bulmalısın. 
 Günlerdir mektubu okuyacak birini arayan adam, Nasrettin 
Hoca’nın söylediklerine çok sinirlenmiş:
 -O kadar yolu bunun için mi geldim yani, demiş. Mektubu 
Hoca’nın elinden almış. Nasrettin Hoca’ya:
 -Sen nasıl Hocasın? Bir mektubu bile okuyamıyorsun! Başındaki 
kavuktan utan,diye çıkışmış.
Nasrettin Hoca adamın anlayışsızlığına 
kızmış. Başındaki kavuğu çıkarıp adama 
uzatmış:
 -Marifet kavuktaysa al sen oku, demiş.

Kazan Doğurdu

Hoca’nın hanımı bir gün, büyük bir kazana ihtiyaç duyar. Ama
evlerinde uygun bir kazan bulamaz.
 Hanımı, Hoca’ya:
 -Efendi, git de komşudan kazan isteyiver, der.
 Hoca komşusunun kapısını çalar. Kapı açılınca Hoca ezile
büzüle:
 -Komşum, şey, şu sizin kazanı bize ödünç verebilir misiniz? Hanım
bulgur kaynatacak da, der.
 Meğer Hoca’nın komşusu cimrinin biriymiş.
 -Veririm Hocam, veririm. Ama işi bitince hemen getir, diye
Hoca’yı sıkı sıkı tembihler.
 Hoca bu sözden çok incinir ama hiç belli etmez. Hoca’nın hanımı
işi bitince Hoca’ya kazanı verir:
 -Tamam bey, kazanın işi bitti, geri götürebilirsin, der.
 Hoca kazanın içine bir tencere koyarak komşusunun evine gider.
Komşusu kazanın içindeki tencereyi görünce merakla sorar:
 -Hayrola Hocam! Bu tencere de ne böyle?
-Hiiç! Senin kazan doğurdu da, diye cevap verir Hoca.
 Bu sözleri duyan cimri komşunun sevinçten gözleri
parlar. Tencereyi de kazanı da alır.
Teşekkür bile etmez.
Aradan epey bir zaman geçer. Hoca tekrar kazana ihtiyaç
duyar. Komşusuna gidip kazanını ister. Komşusu, “Galiba bizim kazan
tekrar doğuracak.’’ diyerek sevinir. Hemen kazanı Hoca’ya verir.
Aradan günler, haftalar geçer. Hoca kazanı geri götürmez. Açıkgöz
komşu kaygılanır.
 “Umarım kazana bir şey olmamıştır.’’ diye düşünür. Gider,
Hoca’nın kapısını çalar.
 -Hocam, hani şu benden aldığın kazan var ya... Onu geri alabilir
miyim? diye sorar.
 Hoca üzgün üzgün bakar:
 -Ah komşum ah! Üzülmeyesin diye gelip söylemedim.
Başın sağolsun. Senin kazan öldü, der.
 Komşusu öfke ve şaşkınlıkla sorar:
 -Aman Hocam! Güldürme beni, kazan hiç ölür müymüş? Hoca
komşusuna gülümseyerek bakar ve şu cevabı verir:
 -A benim akıllı komşum! Kazanın doğurduğuna
inanıyorsun da öldüğüne neden
inanmıyorsun?

Kandil ve Kazan

Kışın ortasında Nasrettin Hoca’nın arkadaşları, Hoca’nın evinde
bir akşam yemeği yemek isterler. Bir plan hazırlayarak Hoca’nın
yanına giderler.
 İçlerinden biri:
 -Hocam biz bir konuda anlaşamadık. Bize yardım eder misin, der.
 Hoca:
 -Neymiş o bakalım, diye sorar.
 -Acaba Hoca akşam sabaha kadar şehrin dışında ateş yakmadan
kalabilir mi, diye tartıştık. Bahse girdik. Ne dersin Hocam, gece
sabaha kadar soğukta kalabilir misin?
 Hoca hiç duraksamadan:
 -Ne var bunda, elbette kalırım, der.
 Arkadaşları hemen atılır:
 -Hocam! Eğer gece soğukta sabaha kadar kalırsan sana güzel
bir ziyafet vereceğiz. Ama yanında ısınacak hiçbir şey olmayacak.
Yok eğer bekleyemezsen, sen bize bir sofra donatacaksın tamam
mı, derler. Hoca, bu şartı da kabul eder. Ertesi gece Hoca, soğuk,
fırtına, kar demeden şehrin dışında sabaha kadar bekler. Bekler
ama soğuktan da neredeyse donacak hâle gelir. Sabah erkenden
arkadaşları ile buluşur. Herkes, Hoca’nın sabaha kadar soğuğa
dayanamayacağını düşünmüştür. Onu görünce ziyafeti kaçırdıkları
için üzülürler.
 Hoca:
 -Bahsi kazandım ama çok da sıkıntı çektim. Neredeyse
donacaktım. Çok soğuk vardı. Fırtına hiç dinmedi. Sadece çok
uzaklarda bir kandil ışığı gördüm, diyerek gece olanları anlatır.

Bunu duyan arkadaşları:
 -Hah, derler. İşte bahsi kaybettin. Hani etrafında hiç ateş
olmayacaktı? Ama sen mum ışığı ile ısınmışsın. Bahsi kaybettin.
Hoca, uzaktan görünen mum ışığının kendisini ısıtmadığını söylese de
arkadaşlarına kabul ettiremez. Çaresiz, onlara ziyafet vermeyi kabul
eder. Ertesi akşam, Hoca’nın arkadaşları çorbalar, dolmalar, börekler
hayal ederek neşeyle Hoca’nın evine gelirler. Bir de bakarlar ki sofra
kurulu ama ortada yemek falan yok.
 Hoca onlara:
 -Sabredin, birazdan yemekler hazır olacak, der.
 Aradan bir saat geçer, yemek yok. İki saat geçer, yemek yok.
 -Yemek bahçede pişiyor. Gelin de pişip pişmediğine bakalım,
der Hoca.
 Bir de ne görsünler! Hoca bir ağacın dalına yemek kazanı
asmış. Yere de bir mum koymuş, kazanı kaynatmaya çalışıyor. Çok
şaşırırlar.
 -Aman Hocam, bir mumla bu koskoca kazan kaynar mı hiç, diye
sorduklarında, Hoca şu cevabı verir:
 -Elbette kaynar. Dün gece ben şehrin bir ucundan gelen mum
ışığı ile ısındım da bu mum bu kazanı neden kaynatmasın?

10 Mayıs 2014 Cumartesi

İnanmazsanız Ölçün

Bir gün yolda iki komşusu Hoca’yı durdurmuş. Önce Hoca’ya
hâl hatır sormuşlar. Sonra adamlardan uzun boylu olan:
 -Hocam bizim merak ettiğimiz bazı şeyler var. Sana sorabilir
miyiz, demiş. Hoca:
 -Buyrun, sorun evladım. Bildiğim şeylerse elbet söylerim, demiş.
Aslında adamların niyeti Hoca’ya cevaplayamayacağı sorular sorup
onu zor durumda bırakmakmış.
 Uzun boylu adam:
 -Hocam, dünyanın ortası neresi, diyerek ilk sorusunu sormuş.
 Nasrettin Hoca kendinden emin cevap vermiş:
 -Eşeğimin ayağını bastığı yer, dünyanın ortasıdır.
Adamlar, Hoca’nın cevabını pek beğenmemişler.
Uzun boylu adam alaylı alaylı:
 -Doğru söylediğini nereden bileceğim, diye sormuş.
Nasrettin Hoca dudağını bükmüş:
 -İnanmıyorsanız ölçün o zaman, demiş.
Adam ikinci sorusuna geçmiş:
 -Peki Hocam, gökyüzünde kaç yıldız var?
 Nasrettin Hoca:
 -Gökyüzündeki yıldızların sayısı eşeğimin tüyleri kadar, demiş.
 -Öyle şey olur mu Hocam, diyerek itiraz
etmiş adam.
Hoca, sordukları her soruya bir cevap buluyormuş. Aralarında
gizlice konuşmuşlar. Sonra uzun boylu olanı bir soru daha sormuş:
 -Eee, peki Hocam, benim başımda kaç tel saç var?
 Nasrettin Hoca gülmüş. Adamın sorusunu kendinden emin bir
şekilde cevaplamış:
 -Eşeğimin kuyruğunda ne kadar tüy varsa senin başında da o
kadar saç var.
 Adam bu cevaba itiraz etmiş:
 -İyi de Hocam, nereden biliyorsun bunları?
 Hoca:
 -Bak oğlum, eğer dediğime inanmıyorsan, bir tel senin saçından
bir tüy eşeğimin kuyruğundan koparalım. Bitirinceye kadar devam
edelim. O zaman eşit mi değil mi görürsün, demiş...

8 Mayıs 2014 Perşembe

Hırsızın Hiç mi Suçu Yok?

Nasrettin Hoca bir akşam yorgun argın eve dönmüş. Karnı
çok açmış. Gözlerinden uyku akıyormuş. Hanımı hemen yemek
hazırlamış. Birlikte yemek yemişler. Nasrettin Hoca hanımına o gün
yaşadıklarını anlatmış, hanımı da komşularından söz etmiş. Nasrettin
Hoca yemekten sonra hemen yatmış ve derin bir uykuya dalmış.
Gece Nasrettin Hoca’nın hanımı bahçeden gelen tıkırtılara uyanmış,
Nasrettin Hoca’yı dürtmüş:
 -Uyan bey, dışarıdan tıkır tıkır sesler geliyor.
Nasrettin Hoca, uykusunun arasında:
 -Kedilerdir hanım, endişelenme demiş; uyumaya devam etmiş.
 Nasrettin Hoca ve hanımı ertesi sabah çilli horozun yeri
göğü inleten ötüşüyle uyanmışlar Ü...Ürü...Ü... ÜÜÜÜ!....... Güzelce
kahvaltılarını etmişler; kahvaltıdan sonra Nasrettin Hoca tarlaya
gitmek için hazırlanmaya başlamış, heybesine eşyalarını yerleştirmiş,
Karakaçan’ı almak için ahıra gitmiş. Bir bakmış ahırın kapısı açık!
Merakla içeri girmiş Aaaa!..Karakaçan içeride değilmiş! Karakaçan...
Karakaçan...diye seslenmiş. Fakat sesine karşılık alamamış. Nasrettin
Hoca hemen eve koşmuş, hanımına:
-Ahırın kapısını sen mi açık bıraktın, diye sormuş.
 Bu sırada hanımının aklına gece bahçeden
duyduğu tıkırtılar gelmiş:
 -Tüh, demiş. Demek gece duyduğum sesler ahırdan
geliyormuş. Anlaşılan bahçemize hırsız girdi.
Karakaçan’ı çaldı!
Nasrettin Hoca:
 -Eyvaah, demiş. Öyle mi oldu dersin hanım? Sonra ,bir gören
olmuştur diye komşularına sormaya gitmiş. Can sıkıntısı içinde herkese
durumunu anlatmış. Kısa sürede Hoca’nın etrafında bir kalabalık
toplanmış.
 Nasrettin Hoca:
 -Hırsızı gören oldu mu, Karakaçan’ın sesini duyan oldu mu,
diye herkese soruyormuş.
 Komşuların her biri bir şey söylüyormuş:
 -Hocam niye ahırın kapısına sağlam bir kilit takmadın
demiş biri.
 Nasrettin Hoca:
 -Komşum kilit sağlamdı,
 derken bir başkası:
-Hocam, demiş, kusura bakma ama eşeğin çalınmasında en büyük
suç senin. Çünkü doğru dürüst bir ahırın bile yok, kapısı penceresi
yok, eski püskü bir ahır.
 Nasrettin Hoca komşularının bu suçlamalarına daha fazla
dayanamamış, kaşlarını çatmış ve etrafındaki kalabalığa demiş ki:
 -Yahu komşular, demiş; iyi güzel de kabahatin hepsi benim mi?
Hırsızın hiç mi suçu yok?

Helva

Bir gün Hoca’nın canı helva çekmişti. Ama parası yoktu. Bakkala
gitti, yutkunarak sordu:
 -Bakkalbaşı, sende un var mı?
 -Var.
 -Yağ ile şeker de var mı?
 -Onlar da var.
 -Bre birader, ne duruyorsun öyleyse, helva yapıp yesene!

6 Mayıs 2014 Salı

Fidan

Nasrettin Hoca bir gün evinin bahçesine birkaç fidan diker. Fakat
diktiği fidanları akşam söker. Ertesi sabah aynı fidanları yeniden
bahçeye diker. Fidanları akşam tekrar söker. Hoca’nın yaptıklarını
gören komşuları dayanamayıp yanına gelirler.
-Hocam, bakıyoruz; fidanları sabahları dikiyor, akşamları da
söküyorsun. Bu nasıl iş, bir türlü akıl erdiremedik.
 -Ah, hiç sormayın komşular... Baksanıza ortalık hırsızlardan
geçilmiyor. Ne olur ne olmaz, insanın malı hep gözünün önünde
olmalı!

Gürültü

Bir gün Hoca evinden çıkmış, çarşıya
gidiyormuş. Yolda komşusuna rastlamış.
Komşusu hemen söze girmiş:
 -Hocam, dün gece sizin evde neler
oldu? Önce sesler duyduk, ardından büyük
bir gürültü. Neyin nesi bir türlü anlayamadık.
Ne oldu Hocam, anlatıver...
 Hoca, karşılık vermek istememiş. Fakat
adam peşini bırakmamış. Sormuş da sormuş.
Artık Hoca dayanamamış:
 -Bizim hanımla kavga ettik. Hanım
öfkelendi. Cübbeme bir tekme attı, cübbem
de merdivenlerden aşağı yuvarlandı. Gürültü
dediğin işte bu, demiş.
-Yapma Hocam. Hiç cübbe o
kadar gürültü çıkarır mı?
 Bunun üzerine Hoca öfkeli bir
biçimde yanıt vermiş:
 -Sen de amma üsteledin.
Cübbenin içinde ben de vardım!

Benim Öleceğimi de Bil!

Nasrettin Hoca, ormana odun kesmeye gider. Çıkıp bir dalın
üstüne oturur. Sonra da oturduğu dalı kesmeye başlar.
Oradan geçen biri:
 -Hocam ne yapıyorsun? Bindiğin dalı kesiyorsun. Şimdi yere
düşeceksin, diye seslenir.
 Hoca, köylünün sözlerine aldırmaz. Dalı kesmeye devam eder.
Az sonra da köylünün dediği gibi yere yuvarlanır.
 Köylüye:
 -Sen çok akıllı bir adammışsın, der. Benim düşeceğimi önceden
bildin. O hâlde ne zaman öleceğimi de bilirsin.

Allah'ın İşine Bak

Nasrettin Hoca bir sabah, güneş doğarken evinden çıkmış.
Tarlaya doğru yola koyulmuş. Hava çok güzelmiş. Etrafına bakınırken
yolun kenarında bir ceviz ağacı görmüş. Ağacın dibinde biraz uyumak
istemiş. “Daha erken, burada biraz dinleneyim. Tarlaya sonra giderim.”
diye düşünmüş. Heybesini başına yastık yapmış ve ağacın altına
uzanmış. Tam uykuya dalacakken gözü, yerdeki kabaklara takılmış.
Önce yerdeki kocaman kabaklara sonra da cevizlere bakmış. Kendi
kendine:
 -Ey Allah’ım! İşin sorgulanmaz ama incecik sapın ucunda kocaman
kabak, kocaman ağaçta ise küçücük ceviz var. Bu nasıl iş, demiş.

Bunu düşüne düşüne uykuya dalmış. Tam uykusunun en tatlı
yerinde Hoca’nın kafasına ağaçtan pat diye bir ceviz düşüvermiş.
Nasrettin Hoca can acısıyla uyanmış. Olanları anlamaya
çalışırken, bir ceviz de omzuna düşmüş. Başını ve
omzunu ovarken Hoca’nın aklına uyumadan
önce düşündükleri gelmiş:
 -Allah’ım sen en iyisini bilirsin. Ya
ağaçta cevizler yerine kabaklar
olsaydı? Benim halim ne olurdu?

Ağaçtan Öte Yol Var

Çocuklar Nasrettin Hoca’yı çok seviyorlarmış. Hoca’nın
da çocukları çok sevdiğini bildikleri için ona şaka yapmaktan
çekinmiyorlarmış. Bu sefer niyetleri Hoca’nın çarıklarını alıp kaçmakmış.
Bunun için de bir yolunu bulup Nasrettin Hoca’yı ağaca çıkartmaya
karar vermişler.
 Nasrettin Hoca çocuklara,
 -Hayırdır çocuklar, söyleyin bakalım ne istiyorsunuz, diye
sormuş.
 Aralarından iki çocuk, Gülce ve Ali öne atılmış. Pembe yanaklı minik
Gülce,
 -Hocam, aramızda Nasrettin Hoca bu ağaca çıkabilir mi çıkamaz
mı, diye iddiaya girdik, demiş.
 Nasrettin Hoca, çocukların kendisini oyuna getirmek istediklerini
anlamış ama belli etmemiş. Ağaca şöyle bir bakmış ve:
 -Deneyelim bakalım, demiş.
Çocuklar hemen bağrışmaya başlamışlar:
 -Yaşa Nasrettin Hoca!
 Hoca heybesini kenara koymuş ve çarıklarını çıkarmış. Ama yere bırakmamış. Çocukların şaşkın bakışları
arasında kuşağının arasına yerleştirmiş. Sonra
ağaca tırmanmaya başlamış. Çocukların
yüzleri asılmış. İtiraz etmişler.
 -Aaa, Hocam! Ağaçta çarıkları ne yapacaksın?
Hoca hemen cevap vermiş:
 -Belli mi olur çocuklar,
belki ağaçtan öteye yol vardır.
Yanımda bulunsun, yürür
giderim...

1 Mayıs 2014 Perşembe

Acemi Bülbül

Nasreddin Hoca gençliğinde bir bahçeye girmiş, ağaca çıkıp üzüm yemeye başlamış. Çok geçmeden bahçenin sahibi gelmiş: "Hey, sen!" demiş. "Kimsin? Ne yapıyorsun orada?"

"Ben bülbülüm" demiş Hoca.
"Öyleyse öt bakalım."
Hoca bülbül gibi sesler çıkarmış.
"Bu ne biçim bülbül sesi yahu!" demiş. "Bülbül böyle mi öter?"
"Ne yapalım!" demiş Hoca. "Acemi bülbül bu kadar öter!"